
Mızrakların toplandığı inceleme salonunda tam bir saattir tartışıyorduk.
“Bak burada, tam orta bölümde yanık izleri var, buradaysa mızrağın ucuna daha yakın. Bu demektir ki, mızraklar sahipleri tarafından bir yere toplanıp yakılmamış. Savaş esnasında yakılmışlar, çünkü savaştıkları nesne ateşe çok yakın duruyormuş.”
“Peki, denizin ortasında o kadar büyük bir ateşi yakacak şey ne olabilir? O ateş neden yakıldı bunun cevabını bulabiliyor muyuz?” diye sordum Engin’e.
“İşte, mızrakların sahiplerinin zihnine girip olayları bizzat yaşayarak cevapları öğrenebileceğimiz teknoloji henüz geliştirilmedi Adnan. Arkeoloğun görevi, bulgulardan tahmin yürütmek ve gerçeklerle alakalı alakasız kim bilir ne tahminlerde bulunmak.”
Denizin dibinde elimize geçen mızraklar, şimdiye kadar alışık olmadığımız türdendi. Hepsinde sağlı sollu yanık izleri vardı, bazıları kibrit çöpü gibi yanmıştı. Herhalde birçoğu da artık kül olduğu için günümüze kalamamıştı. Bazılarındaki DNA örneklerinden, hedefin insanlardan çok hayvanlara yakın olduğu, hatta bu hayvanın primat cinsinden de olmadığı saptanmıştı.



