Artemisia ve Antíokhos’un Mucizesi (Öykü)

Kazı alanından başımı kaldırıp ileride uzanan ağaçlara baktığımda bu coğrafyanın daha ne maceralara tanık olmuş olabileceğini merak ettim. Yaklaşık bir aydır Aydın sahilindeki bu sit alanıyla uğraşıyorduk ve bulduklarımız bizi hayrete düşürmeye yetmişti. Roma dönemine ait bir katmandan sonra karşımıza çıkan katmanlar çok daha eski uygarlıkların izlerini bizlere sunuyordu. Şimdi karşımızda uzanan İyonya Dönemi’nden kalıntılar, buranın bir nekropolis yani mezarlık olarak kullanılmış olabileceğini bize gösteriyordu. Büyük şokla karşılaşmadan önce bulmayı beklediğimiz türden lahitlerle, vazo, fincan, kâse, çeşitli takılar gibi ölüye bırakılan hediyelerle ve başka bir sürü eşyayla karşılaştık. İnsan kemiği olamayacak kadar iri kemikler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığında içimizi giderek artan bir ürperti sardı. Merakla çalışmalarımıza devam ettik.

Baştan uca metrelerce uzanan kocaman bir omurgadan sonra bunun iki yanını saran devasa kaburgalar, en uçtaki insan başıyla zerre alakası olmayan baş, aklımı başımdan aldı. Kollar ve bacaklara dair en ufak bir işaret bile taşımayan bu iskelet, kim bilir ne korkunç bir canavara aitti. Konuşamıyor, yürüyemiyor, etrafa bomboş gözlerle bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Beni içinde bulunduğum bu dehşet halinden çıkarıp kendime getiren üçüncü sınıfın en şakacı öğrencilerinden Okan’ın sözleri oldu.

Devamını oykuseckisi.com’da okumak için